25 Ekim 2015 Pazar

İSTANBUL KAHVE FESTİVALİ 2015



Merhaba...Geçen sene ilk kez düzenlenişinden bu yana dört gözle beklediğim, ''Ekim olsa da gün saysam'' dediğim İstanbul Kahve Festivali 2015 sonunda geldi de gitti bile... Kesinlikle bu yıl kendine pek çok farklı şey katmış.. Markalar çoğalmış, tadımlar artmış,,, Bunların yanı sıra belki de festivali festival yapan en önemli etkenlerden biri de mekanıydı. Hepsine tek tek değineceğim. Gözlerinizi ayırmayın

.
Bu sene Kadıköy'ün eşşiz simgelerinde biri olan Haydarpaşa garında gerçekleşen İstanbul Kahve Festivali gerçekten bana yaşımın veremeyeceği bir nostaljiyi armağan etti. Festivalin rengine renk katan yıllanmış trenler kahveni al ve biraz soluklan durumunun çok ötesindeydi. Kahve içerken zamanı geriye sardırmıştı  adeta...
Geçen Seneye oranla kahve çeşidinden çok yiyecek markalarındaki artış çok yüksekti. Kapsamlı bir alışveriş alanına döndürülern garın samimi standlarında tasarım ürünlerden, diş macununa, şampuanlardan, gurme ve organik lezzetlere kadar ne isterseniz vardı. Vegan bir arkadaşımla gittiğim için o bu ürünlerden çok memnun kaldı. Özellikle her şeyin farklısından ve tabiiki bütçemi aşanından hoşlandığım için benim de organik çikolatalarda ve badem&hindistancevizi sütlerde kalbimin bir parçasını bıraktığımı söylemeliyim. Tabii denedikten sonra alsakta bir daha nerede bulacağız endişesiyle karalar bağladık.
Benim için festivalin en trajikomik yanı daha önce denemediğimiz Petra coasting co, Soulmate coffee, walter's Coffee Roasting gibi markalar dururken bizim yine gidip her zaman oturduğumuz ve bayılarak içtiğimiz markalara koşarak gitmemizdi. Evet Nero ya, Gloria Jean's'a ve starbucks'ı çok seviyorum ama bir kahve sever ruhuna uygun olarak değişik tatlar denememiz gerekmez miydi? diye sorguluyorum kendimi...


Sevindiren tadımlıklar: Aşure ve karışık meyveli smoothie

Festival 3 peron ve gar alanından oluştuğu için kapalı alanların dışına çıkınca yağmur ve kuvvetli rüzgar altında gezmeye çalıştığımız yerler de oldu. Bunlar ayrı bir zevkti çünkü düşünsenize ıslanarak veya üşüyerek size uzatılan kahveleri tadımlıyorsunuz. ( bu kadar açıkta kalmadık tabiiki abartım tuttu yine fkk) Gezmeye devam ettikçe ve  tüm her şeyden denemeye çalıştıkça kendimi mini bir bedavacı canavar gibi hissettim ve kafamda şöyle bir düşünce oluştu. ''Artık hiç bir şeye bir ücret ödemek istemiyorum. Keşke dünya bundan ibaret olsa'' böyle düşüncelerden sonra gerçek yaşama dönmem bayağı bir zamanımı aldı.

      Artık nasıl bir boşvermişlikse gördüğüm çoğu güzelliği fotoğraflamamışım. Resmen yediğimi içtiğimi gösterip, gezip gördüğümü kendime saklamam gibi bir durumun içinde buldum kendimi  elimdeki fotoğraflara bakınca...
Her neyse festivalde gördüğüm güzelliklerden biri de kahve bardağı tablolarıydı. Böyle diyorum çünkü hepsi bir yağlı boya tablosu titizliğinde işlenmişti.
     



Kahvenin, sanatın ve müziğin iç içe geçtiği bu güzel atmosferde tek çekilmeyen dert tabiiki geçen seneki gibi, aşılamayan kuyruklar, yürümeyi bilmeyen insanlardı. Ama bunlar küçük sıkıntılardı. Çünkü gözümün ve ruhumun doyduğu bir yerde insanlara takılmamaya söz vermiştim kendime.
 
Canlı müzik alanı.




Asyanın adının geçtiği her  yerde bitmeyi başaran Bensu hala ölmemişti tabiiki, Bu standda matcha çayının yapımı ve özellikleri anlatılıyordu. Yapım bitince tadım aşamasında bir süredir hayalimiz olan matcha çayını deneyebildik sonunda... Tadı çiğ balıkla çimen suyu arasında olan bu oluşumun hayalini kurmayı biraz bıraksam da, Bu saf haldeki matcha normal sütle değil de soya sütüyle çok daha güzel hale getirilebilir.
Dilek kurabiyesi.
Dışarıda yer alan iki Seyyar Kahveciden biri olan OZO'nun dış görünüşünden çok etkilendim. O sıralar kafein patlamasından öldüğümüz için deneyemeden geçtik önünden.Diğer seyyar kahveci Manivela'yı gösteremesemde o da gerçekten çok tatlıydı.

Doymak bilmemek güzeldir.





Artık bitirmemin zamanı geldi 4 günü yazsam bu kadar uzun olmazdı heralde ... Kapanışı starbuckstan soy latte ile yaptık. Karamelimsi kahve tadı hala damağımda... Durmadan yağan yağmur ile Haydarpaşa garının nostaljik havasının kahveye karıştığı bu güzel festivalde, seneye umarım yine aynı yerde görüşmek üzere...





19 Ekim 2015 Pazartesi

DÜNYANIN EN UZUN YOLCULUĞU


Merhabaa bugün (yani geçtiğimiz perşembe oluyor) ödev vesiylesiyle gittiğimiz konferansın nasıl uzun bir yolculuğa dönüştüğünü anlatacağım. Gerçekten hayatımın en uzun yolculuğu olarak tarihe geçti...Giderken çok fazla bir sorun yok gibiydi. Okuldan tek otobüsle  Harbiye'ye ulaştık sonra oradan konferansın olacağı Hrant Dink vakfına yürüdük... Tabii kıtı kıtına yetiştiğimiz için bir şey yiyemedik ve açtık. Aç olduğum zaman insanların yanında bulunmamaya özen göstersemde bu sefer olmadı.Neyseki  katılımcılar için  hazırladıkları ikramlar imdadımıza yetişti. Tabii ilk gördüğüm kahveydi... KAHVE Mİ O?



Konferans yediye çeyrek kala başladı sekiz buçukta bitti. Konferansın sonlarına doğru aklımızda tek bir düşünce vardı.. Evett, şimdi nasıl döneceğiz bakalım? Başta bu kadar efsane olacağını bilmediğimiz bir yolu denemeye karar verdik. Taksime yürüyüp oradan metro ile Kabataşa geçip vapurla Kadıköy. Ama işler hiç de istediğimiz gibi gitmedi. Taksime kadar eril bir zihniyetin içinden biraz olsun medeniyete ulaşmaya çalıştık. Yolda yürümeye çalışan bir insana laf atma içgüdünüzü... neyseki bir ara kendimi düzinelerce çekik insan içinde bulunca  her şeyi unuttum. Şok halinde peşlerinden süzüldüm..
Yolda bir de hala arkadaşıma ''Elinin fotoğrafını çekebilir miyim'' diyorum.


Taksimde biraz oyalanıp metroya bindik. Kabataşta inip vapurlara doğru yürüdüğümüzde sonuncusunun dakikalar önce hareket ettiği gerçeği yüzümüze çarptı. Sanki tek çaremiz oymuş gibi yıkılmıştım.  Gece deniz sefası hayallaerimin üstüne bir soğuk su pls.
Otobüslere yürüyelim dedik BEŞİKTAŞA... Her zaman o yola bayılmışımdır. Dolmabahçeden upuzun, yemyeşil huzur dolu.. Ama saat 21:45 i gösterirken  ve ben ayaklarımın ucunu bile göremezken bunun tadını çıkartmam beklenemezdi tabii.
 Bir şeyler atıştıra atıştıra o yolun da sonuna geldik. Otobüslere vardığımızda hala rahatlayamamıştım. Birazdan evimdeyim (yani kadıköy)diye mırıldanırken kulağımıza gelen haberlerden 110un geçmediğini öğrendik. Bir kez daha dünyam başıma yıkıldı ve acaba sabahlayacak mıyız düşünceleri beynimde uçuşmaya başladı.Grupça düşünüp taşınıp otobüs-metrobüs- sonsuz yürüyüş şeklinde bir yol izlemeye karar verdik. Sonsuz yürüyüş diyorum. Çünkü merdiveni asansöre tercih eden ben bile hayatımda bu kadar bir yerden bir yere yürümemiştim kvlvllş
Öyle de yaptık. Otobüsle zincirlikuyuya geçtk, Orada ben beynimin kaynamışlığından metrobüs istasyonlarını karıştırdım. sonra Söğütlüçeşmede inip Kadıköye yürüdük.
Oh lala.... felaket yorulmuştum. Bunu yolda hiç hissetmedim fakat yatağa yatınca her bir kemiğim birbirinden bağımsızca hareket etti.
Yine de eğlenceliydi diyebiliyorum. çünkü öyleydi kglggş
ERTESİ GÜN DERSE DE KALKAMADIM..
Neyse umarım sonuna kadar yorulmayıp okumuşsunuzdur...... (%1.123456)



14 Ekim 2015 Çarşamba

BİR HAYALPERESTİN GÖZÜNDEN CUMARTESİ..


Merhabaaa... Yine bir cumartesi günü yazısıyla buradayım. Herkesin gün ortasına kadar uyuduğu haftasonunda ben imkanı yok geç kalkamıyorum. Zaten doğal bir alarmım var 8 dedi mi sağolsun beni uyandırıyor... Bu aralar gereğinden fazla rüya görüyorum onun da etkisi olabilir tabi. Erkenden kalktım işte evdekileri de kandırdım vkggll kadıköye indik. Evet tek isyan ettiğim şey her gün bindiğim otobüse haftasonu da binecek olmamdı. Göç ettiğimiz için metroya uzak düşüyorum artık (:(


Kadıköyden tramvaya binerek Moda'ya gittik. Ahhh moda Kadıköy'ün o kargaşasından o kadar uzakki. Huzurun ta kendisi adeta.. Bir kaç adım atınca ülke değiştirmiş gibi oluyorum. Yani o derece her şeyiyle farklı... Bunun derinliğini vurgulamak için kelimelerin içinde boğuldum ^*-*^
Modadaki yoga yapılacak olan yere yürürken adımlarıma bir hafiflik hakimdi... Ruhumun bir parçası ne zamandan beri sabah sporlarına ihtiyaç duyuyordu acaba?  Eski  Moda iskelesinin yanındaki çimenliğe ulaştığımızda artık bir kuş kadar hafiftim. Diğerleri gibi ayakkabılarımı çıkardım ve onlara katıldım. 1.5 saat boyunca hayatımda yapmaya yanaşmadığım hareketler yaptık. Tüm vicudumdaki kaslar ve kemikler bana ya küfretti ya da dua etti orasını bilemiyorum ama bu bana gerçekten iyi geldi. Yoga'ya başlangıç olarak yapılan etkinliğin teması da çok güzeldi.
''Bulutların üzerine çıkmak ve orada kalabilmeyi başarmak'' eğer gökyüzüne ulaştıktan sonra nefesini puf diye bir anda verirsen çıktığın gibi geri inersin. Bunun günlük hayata olan etkileri konuşuldu. Kendimizi mutsuz yapan sadece kendimiziz gibisinden.. Doğru aslında, otobüste yanımda yüksek sesle telefonla konuşan insanı duymazsam sinir olmam. Ya da trafiği görmezden gelirsem..
Ama İstanbul da yaşıyoruz. Londra da değil.. buranın insanı da yolu da, okulu da ay tamam sustum negatif enerji doldu yine her taraf..
Bir ara ay biraz soluklanayım diye gruptan kaçıp çimlere serildiğim bir anda çektim bunu...
Nefesimi iyi kullanıp, vicudumu dengeleyip bitirdim egzersizi... Ama sonunda ne oldu biliyor musunuz? Yine bir bardak kahveyi içiverdim.... Kafein spordan sonra bile benliğimi ele geçiriyor, arınamıyorum :( yine de esnemediğim kadar esnedim yani bu bile yeter bana.....*--*geri dönüş yolunda Kadıköy'e doğru yürürken gerçekten birinin vicuduma mutluluk enjekte ettiğini farkettim. Ben ve Türkiye sınırları içinde yürürken mutlu olmak öyle mi? bunun için Moda'ya ve etkinliğe minnettarım. Bir daha mutluluk ne zamana kısmet bilemiycim.




Bu arada ben İstanbul Kahve Festivali biletimi çoktan aldım. Siz de aldınız mı?
Görüşmek üzereee ^-^



30 Eylül 2015 Çarşamba

GÜNEŞLİ BİR SONBAHAR GÜNÜNDE BİLE MUTLU OLMAK..



Merhabaa... Bu yazıyı yazmayı düşündüğüm zaman hava gerçekten güneşliydi. Ben de artık ayıp eylülün sonu yani diye sitem etmiştim.  Fakat havalar bu sitemime öyle çabuk cevap verdi ki.. Pazar günü kavuran güneşten sonra üç gündür üşüyoruz. Yağmurlar yağıyor ve ben çoraplarımı çıkardım. Bundan daha başka mutluluk olabilir mi?
Olamaz diyecektim ama madem bir yazıya başladım size bir kaç mutluluk daha sunacağım. Kapalı günde tabiiki kolaylıkla mutlu olabilirim. Önemli olan güneş varken mutlu olabilmek..
Güneşli bir pazar gününde aynı şeyleri sevip, eğlendiğim arkadaş grubumla buluştum. Hava da aynı ''Bu sabah yağmur vaar istanbulda'' modundaydı fakat ne olduysa oldu birden terlemeye başladık. Ne yaparsan yap dışarıda durmanın imkanı yoktu. Ama biz bunu yok sayıp sahile yürümeye karar verdik.
Ama yürüyemedik.
İşte bu mutluluktu. Bir şeyi yapamayacağını anlayınca aman boşver diyip en yakınındaki yere girmek.. biraz oturalım sonra devam ederiz demek...
Kadıköydeki yenilenen starbuckstan kahve çekirdekleri... mutluluğun bir fotoğrafı..

O an tüm yorgunluğum gitti.
Oradan buz gbi klimalı bir starbucksa attık kendimizi. Ama kalabalıktı. Kuyrukta beklerken etrafı sayredip sonra kahveni eline aldığın anda artık sıradan değildi...
Sonra sıcakta, sıcak kahve içerken o hissettiğin ama böyle olmamalıydı duygusu tam bir muamma.

Kahve çekirdekleri...

Belkide defalarca her sokağından geçtiğim Kadıköy'ü hep yeniden keşfetmek de bana mutlu hissettiren şeylerden biri, çünkü o tanıdıklık hissi, hatıraların ya da acaba yeni bir şey keşfedebilirmiyim hissi anlatılamaz.
mesela bu yapı ve üzerindeki minimal çizimler.. Daha önce bulunduğu yoldan geçtim ama varlığından bile habersizmişim.. Yanımdaki arkadaşım bir an durup inceleyince farkettim. Tamamını çekebilseydim keşke ama kızlar yürüyüp gidince kadraja ne kadar sığdıysa o kadarını alabildim.
ve günün son mutluluğu, bu ultra güzel ambalajlı çikolata...Böyle dış görünüşü tatlı olan şeyler beni çok etkiliyor.. Buna da bakıp bakıp iç çektim. Alıp denenmeli listeme ekledim acil olarak..
Benim günlük mutluluk listeme yansıyanlar şimdilik bu kadar.. Siz de sizi farkında olmadan mutlu eden şeyleri hissetmeye çalışın, Bunu yapmak son zamanlarda beni gerçekten iyi hissettiriyor.


18 Eylül 2015 Cuma

FOTOBLOG : ICON 2015 COSPLAY ETKİNLİĞİ


Merhabaaa!! yine bir etkinlikle buradayım. Geçen hafta gittiğimiz cosplay etkinliğinden bahsedeceğim. Öncelikle cosplay de ne diyenleriniz için bir açıklık getireyim. Cosplay; olmak istediğiniz herhangi bir karakter (anime, film,çizgi film,vs) kılığına girmeniz anlamına geliyor ve bir meslek halini almış durumda, Cosplaylerini sergileyen kişilerin sosyal medyada takipçileri bir hayli fazla.
Uzun bir aradan sonra İstanbul üniversitesinde yapılan ICON 2015 etkinliği çok renkliydi. İlk bahçeye girdiğimizde bir çok farklı karakteri etrafta görünce kendimi gerçekten fantastik bir dünyada hissettim. Etkinliğin belli bir alanının olmaması da eğlenceli bir detaydı. Büyük bir alana yayılsaydı daha bütünlük oluşturacaktı ama böyle de güzeldi..Ama sosyal tesisler olarak düşündüğüm bina, bahçesi ve çevre alanlar birbirinden ilginç kostümlü insanlarla çevrelenmişti. Benim ilgimi çeken detaylar&gözlemlerimden ; Hazırlanma alanlarının terkedilmişlik havası, eski ve uzun merdivenli geniş koridorlar, eşyaların istiflendiği kapısı kapanmayan odalar bana ''tamam işte şimdi Japonya'da bir yerdeyim'' havası verdi. bu ıssızlık hissini sevdim.

 



Herkesin birbiriyle fotoğraf çekinip eğlendiği bir ortamda biz de beğendiğimiz karakterleri seçip bir sürü fotoğraf çektirdik. Arkadaşım  Ramona Flowers olmuştu.






Bugüne özel bir diğer durum ise havanın son derece kapalı, soğuk ve yağmurlu oluşuydu. Bu tabiiki benim yüzümü fazlasıyla güldürdü. Eylüle girdik hala güneş hala güneş diye söyleniyordum daha düne kadar... tabii yağmur sakinliğini korumadı. Birden bastırınca herkes kapalı alana doluştu. O kadar insan sıcaktan ve havasızlıktan ölüyorduk. Ama yine de güzeldi işte..


Böyle çekiştili çeşitli Anime karakterleriyle dolu bir stand vardı. Posterler, stickerlar, kartlar... Tabiiki sticker aldım.


Son olarak güzel havayı da bırakarak burada noktalıyorum. Görüşmek üzereee ^^








11 Eylül 2015 Cuma

NEOKUDUM: SOPHIE KINSELLA - AUDREY'Yİ BULMAK





Geçen hafta  o çok istediğim kitabı sonunda alabildim. Kişisel gelişim ve kariyer kitaplarına takılı kalmaktan roman okumayalı uzun zaman olmuştu. Alınca da bir hevesle yarısına  kadar okudum.
Sonra da her zaman yaptığım gibi kendimi yavaşlatıp kalan sayfaları 1 haftaya böldüm(:(
Kısaca konusuna değinirsek; Sophie Kinsella'nın ilk gençlik romanı olma özelliği taşıyan ''Audrey'yi bulmak'' Ergenlikteki gençlerin yaşadıkları sorunları ele alıyor. Roman evin içinde bile güneş gözlükleriyle gezen '' iletişim kurmakta -küçük- sorunları olan'' Audrey'in dünyasını bize açmakla kalmayıp audrey'in oyun bağımlısı kardeşini gazete ve internetteki bilgilere her şeyden fazla önem veren endişeli ebeveynlerini de mizahi bir dille önümüze seriyor.
Sanki bir gazetenin kitap ekine yazıyormuşum gibi oldu. Şimdi kendi yorumlarıma geçeyim.

Audrey kitap boyunca ''kertenkele beyni''ile, dışarı çıkıp insanlarla sözsel ve ya temassal iletişim kurmanın zorluklarıyla baş etmeye çalışıyor.Dışarı çıkmıyor, günün büyük bir kısmını  karanlık bir odada televizyon izleyerek geçiriyor Kertenkele beyin tanımlamasını ben çok sevdim çünkü aslında bir insan için çok zor olan bir durum ancak bu kadar sevimli hale getirilebilirdi. Bu benzetmede söz konusu olan beyin kontrolü ele geçirmiş, kuralları kendi koyan beyin demek. Ona hükmedemiyorsun o seni yönetiyor, yapmak istemediklerini büyük korkuların haline getiriyor... Ve eğer onu yenmeyi başaramazsan bir kölesi haline geliyorsun.
 Aslında yazar önemli bir problemi bir gençlik komedisiyle harmanlayarak kitabın trajedi unsurları içermemesini sağlamış. Kitabın arkasını ilk okuduğunuzda '' acaba bu kız neden evin içinde güneş gözlükleri ile dolaşıyor'' diye merak edip, bu merakınızı gidermeye çalışıyorsunuz.

Evet Audrey evin içinde (bile) güneş gözlükleriyle dolaşıyor. Çünkü bazı problemleri var..Bunu başta size anlatmak istemiyor.. Ama sayfalar ilerledikçe bir şekilde öğreniyorsunuz.
Göz kontağı (!) onun için ölüm gibi bu konuyla ilgili bir tanımlamasını çok sevdim. ''Gözler  küçük zararsız jöle kütleleri, hepimizin gözü var. o zaman neden bu kadar rahatsız ediyorlar'' Çünkü gözler içinde bütün bir bedenin vermek istediği mesajı taşır. Ağzımız yalan söylerken veya hislerimizi savuşturmaya çalışırken bile gözler her zaman gerçeği söyler...
 bu bölümleri okurken göz kontağı bence de gereksiz bir şey audrey diyip durdum. Evet hiç hoş değil ve rahatsız edici... bir çift gözün gözlerindeki bütün enerjiyi çekebileceğine inanıyorum çünkü
Audrey'in iyileşmesinde ve kendini bulmasında en etkin rol oynayan kişi kardeşinin arkadaşı
Linus! Linus adeta audrey'in karanlık yolunun ışığı oluyor. Hepimiz zor zamanlarımızda
Bizi düştüğümüz durumdan çekip çıkaracak bir kahraman isteriz. İşte o da böyle bir kişi


Linus kendi yöntemleriyle Audrey'in güneş gözlüklerinin içine sızmayı başarıyor. İlk başta birbirlerine
küçük notçuklar yazarak anlaşıyorlar, sonra yavaş yavaş gerçek iletişim başlıyor
Ayakkabı kontağı da bunlardan biri.

Audrey'in sürekli gittiği psikoloğu ona artık kabuğunu kırması gerektiğini ve dışarı çıkmasını söylüyor. Starbucks'ı öneriyor. Linus Audrey'i starbucksa götürmeyi başaran kişi oluyor



Audrey'in iyileşme basamaklarından bir diğeri de ''benim huzurlu ve sevgi dolu ailem''
belgeseli projesi, Audrey her gün evin içini, evin çevresinde olup biteni kameraya alıyor ve
dış ses olarak kendi olayları yorumluyor. 


Audrey'in kertenkele beyniyle baş etme yöntemi.
Audrey starbuckstan sonra (kitabın son 10 sayfasına kadar güneş gözlükleri gözünde) kendine güven duymaya
başlıyor. Linus yanındayken her şeyi başarabileceğini düşünüyor. İkisi küçük oyunlar oynuyorlar. Audrey herhangi birini seçip onunla konuşmaya çalışıyor falan.. Bu ikisinin ilişkisini gerçekten çok sevdim. Sevdiğim bir bölümü daha ekleyip sonlandırıyorum.







28 Ağustos 2015 Cuma

RAHATLAMAK İSTİYORSANIZ: K-INDIE!!

Bu aralar yeni takıntım K-indie.. Yani kore indiesi.. o kadar rahatlatıcı ve mutlu edici bir özelliği varki, ne zaman kötü hissetsem açıyorum ve anında farklı bir ruh haline bürünüyorum. İyi ki keşfetmişim. K-popda güzelde o da gittikçe amerikan popuna benzemeye başladı. Bu canımı sıkan şeylerden..
K-indie hoş, güzel de benim mevsimsel şarkı huyuma pek uygun düşmüyor. Size de oluyor mu bilmiyorum. Böyle aşırı huzurlu melodisi olan şarkıları yazın dinleyince ziyan olmuş, özelliği kaçmış gibi hissediyorum. Üzeri kirleniyo böyle sanki fkfkfkl o yüzden her ne kadar içm rahat olmasa da güzelim yağmurlu havalarda yollarda dinlenecek şarkıları ben evde vantilatörün karşısında dinliyorum:(
2 hafta bile olmadı kendimi k-indie dünyasına kaptıralı ama yine de zevkle dinlediklerimi paylaşacağım.
 Vanilla acoustic:






Coffee boy: 




Hepsi huzur deposu... coffee boy'u kahvenizi yapmadan dinlemeyin pls. İsmin güzelliğine saygı..
keyifli dinlemeler o zaman..

21 Ağustos 2015 Cuma

NE DÜŞÜNÜYORUM: JAPONYA REHBERİ

Yine aşırı sıkıldığım bir yaz gününde kendime bir japonya rehberi hazırlamak istememle başladı her şey.. Ben Japonya'ya gitsem acaba nereleri görmek isterdim diye düşündüm ve araştırmaya başladım. Nerde ne var? nelere gidilmeli nereler görülmeli? böyle bir araştırmaya giriştim. Üstelik sadece bunlarla kalmadım bir de sadece Tokyo ile sınırladığım küçük gezi hayalinde harcanabilecek minimüm bütçeyi hesapladım djdkkd valla işsizmişim... ama durun çok güzel şeyler öğrendim. Bu güzel ülkenin güzel insanlarını daha da çok sevdim. Yine çok ağladım. Japon yapmış dedim. Yani aslında yazmak anlamsız çünkü yaşamak istiyorum. Fotoğrafların içine atlayıp şu ülkeden uzaklaşmak istiyorum anlayamassınız
Öhöm konudan uzklaşmadan toparlamalıyım sinyalleri aldım yine. Ne demiştim başta? Sadece tokyo bile başlı başına bir cennet. Üstüne bunun osakası var, kyotosu var,  Allam çok güzel şeyler var nefes alamıyorum.
Ben şimdilik sadece Tokyo mega şehrini ele alacağım.  Modern ve geleneksel Japonyanın harmanlanmış hali... her bir sokağı keşfedilmeye değer, Her yerde bir sevimlilik (kawaii akımı) bulabilirsiniz. oraya buraya yapıştırılmış çizgi kahramanlı stickerlar, şehrin ortasından fırlayan Pikachular, Şeker kazanına düşmüş gibi gezen kızlar, değişik moda akımları....
Bu şehirde çıldırmamak iimkansız.

Benim belirlediğim rotalardan ilki akihabara.. Bununla ilgili sayfalar dolusun yazı yazabilirim o yüzden kendimi frenleyip sizi daha önce yazmış olduğum diğer bir Japonya rehberine yönlendiriyorum.
Japonya'ya dair: Akihabara,cat cafe ve pikachu cafe

Akihabara fırtınasını sağ sağlim atlattıktan sonra diğer rotalarıma geçelim. Öncelikle Harajuku tabiiki... Modanın burada belli bir tarifi yok. Nasıl bayılıyorum anlatamam. Kimsenn birbirini yadırgamadığı, garip gözlerle bakmadığı ultra rahat Tokyo'nun daha bir ekstra large rahat bir hali burası.. Rengarenk  birbiriyle uyuşmayan kıyafetler, saçlar.. Sevimlilikle giotikliğin birbirine karıştığı sokaklar.. çılgın makyajlar her şey burada..   Basit ve sadeliği unutmanız ve olabildiğiniz kadar garip olmanız gerekiyor... Gözlerimi görsellerden alamadığım için yine link bırakıyorum.
 Harajuku fashion walk




Bir sonraki durağımız Japanese candy shoplar... Bununla ilgili bir video izlemiştim o günden beri gözümde rengarenk, her türlü boyutta ve şekilde şekerler ve çikolatalar uçuşuyor. Resmen cennet gibiydi ve çok ucuzdu. çocukken bakkalları ilk keşfettiğimdeki gibi hissettim. Paramızın yettiği kadar şeker ve çikolata almaya bayılırdık. Burada ise Japonlar ultra ucuz fiyata size şeker komasına girmenin kapılarını aralamış. Mutsuz oldum..


cr: lepetitpop.com

Mutluluk Japonya'da .. Yani hani derler ya mutluluğu uzaklarda arama diye. Bence bayağı bayağı uzaklarda aramamız gerek... Yine küçük bir bunalıma girdim. çıkarım birazdan.

Harajuku ve şeker dükkanlarını da hazmettiyseniz. Biraz müze cafe gezelim diyorum. Daha da fenalaşalım ama yine de acayip bir şekilde mutlu olalım japon etkisi bu olsa gerek.
Neyse ilk olarak ghibli müzesine gitmek istiyorum. Totoro'yu kanlı canlı karşımda görmek gerçekten mütüş olurdu. Ayrıca bu müze Animasyon film stüdyosu studio Ghibli nin tüm yapımlarını sergiliyor.. ve müzeden başka bir yerde bulamayacağınız parçalar barındırıyormuş içinde.. 


Japonya'da her yerden bir theme cafe çıkıyor.. Theme cafe nedir derseniz.. çizgi filmlerin, animasyonların, karakterlerin her birinin temasına sahip onlarla ilgili cafeler.. pikachu cafe hello kitty cafe sailor moon cafe.. ne ararsan var yani... Bir de maid cafeler var kii sormayın. o kadar kawaiiliği kaldıracağımı düşünmüyorum.
Sailor moon cafe çok hoşuma gitti.
cr:ourkawaii.tokyo

Tüm her şeyi bırakın adamlar yemek müzesi yapmış ya cup noodle ve ramen müzeleri var resmen diz çöküp ağladım. Böyle yerlere bayılıyorum elimde değil. Biz bir kahve festivalini, çikolata fuarlarını falan yeni yeni görürken japonlar her şeyin müzesine, cafesine sahip bir cennetin içinde yaşıyorlar..
Tamam daha fazla duygu sömürüsü yapmayacağım. Onların da fotolarını bırakıp yavaş yavaş kaçıyorum. Daha çok yer bulmaya devam ettikçe yeni yazılar yazmaya geleceğim.









20 Ağustos 2015 Perşembe

FOTO BLOG: DOĞANIN İÇİNDE BİR GÜN.

Dün uzun zamandır saklandığım kabuğumdan çıktım ve insan içine çıktım. Sıcakla yığınla insanın şuursuzluğu birleşince kabus gibiydi ama yine de günümün güzelliğinin önüne geçemedi.
Exo'nun bana kazandırdığı tek iyi şey olan fan arkadaş grubumla pikniğe gittik bugün. Doğanın içinde olmak uzun zamandır ihtiyacım olan bir şeydi. Dağ tepe tırmandık,  bir arı masamızda kendi krallığını kurmuştu çünkü. Ağaçların hışırtısı, Kuş sesleri, her türlü doğamsı sesle zaman geçirmek çok iyi geldi. Saçma ve aşırı komik sohbetlerimiz de ayrı güzeldi. Bu ksmı fazla uzatmayıp direk fotobloğu bırakıyorum.....

 Sık ağaçların içine bırakın beni, üstüme de bir ay yetecek su ve yiyecek atın.
                                 şehir yaşamını gram özlemem.
                             
Bu görüntü bana sonbaharı hatırlattı. Hüzünlendim ama güneş
iki dk bile mutlu olmama izin vermedi. 
                                   
Vapuru beklerken kendimi havalanındaymışım gibi hissettim.
naparsın biz de böyle mutlu oluyoruz işte.


Her şeyden önce öyle susamıştım ki dünyaları içebilirdim.
                                         
Çekirdekli muhabbet ortamı ffkfkkf
                                         
veeee assolisti sona sakladım. Bu şirin şey biz bir şeyler yerken hoplaya zıplaya yanımıza kadar geldi.
O kadar tatlıydı ki anlatamam. Normalde hep ışık hızıyla kaçardı bizden...İlk defa bu kadar
yakınımdaydı. xiu xiu diye cırladık. Tanıştığıma memnun oldum sincaps..